20 Mayıs 2016 Cuma

Kitap değerlendirmesi od


Kitabı okumakla okumamak arasında kalanlara sonsuz tavsiyelerimle okuyun derim pişman olmayacaksınız çünkü. Kitabımız adı üzerinde Yunus Emre'nin hayatını anlatan bir niteliğe sahip. İçerik tamamen basit bir anlatımla Molla Kasım'ın ağzından yazılmış. Yunus Emre ve oğlu İsmail ayrı ayrı ona hayatlarını aktarmışlar, o da yazıya dökmüş. Ancak bu durumda İskender Pala'nın  bu kitabı Molla Kasım'ın notlarından derlediğini düşünüyorum. Doğruluğu hakkında net bir fikrim yok malesef :( Kitabımız şöyle:



Kitabın kapak tasarımı oldukça ilgi çekici bence, ismi gibi. Turuncu ve Sarı-kırmızı gibi renklerin sıcaklığı ve ateşi düşündürmesi açısından direkt içeriğe uygun olarak tercih edilmiş diyebiliriz. Arka kısım ise oldukça mütevazi, Yunus Emre'nin isimlerinden bahseden bir pasaj var, bir de şiir...Gerçekten tasarım beni mest etti...

Kitabın adının manasına gelecek olursak ben şöyle yorumladım: Yunus Od ateşinde pişmiş bir derviş... Od'u Odun taşırken ilk hecesinden tanımlıyor, ben Od'da yandım diyerek... Od aynı zamanda Ateş demektir, açıkçası odun kelimesini hiç bu şekilde düşünmemiştim! Bir diğer yorum ise Çekikgöz'ün, Bizans'ın, ve Tapınakçıların gönderdikleri ateşli toplar, mancınıkla attıklarından insanların üzerlerine düşüyor, savaş dönemi yaşadığından isim bu şekilde de yorumlanabilir, çünkü bu ateşli toplar yüzünden ailesini kaybedip dervişlik makamına yükseliyor...
Akabinde içeriğe geçecek olursak... Yunus Emre herkesin bildiği üzere bir şair ve aynı zamanda derviştir. Öncelikle gençliğinde bu meziyetlerin hiç birine sahip olmadığını ve eşi Elif ( ki kitapta ondan sürekli Sitare diye söz ediyor) ve iki oğlu ( İbrahim ve İsmail) ile birlikte bozkırın bir köyünde yaşadığını söylesem? Şaşırır mısınız? Ben şaşırdım çünkü, Çekikgöz gelene kadar güzel bir aile hayatın yaşadığını bilmiyordum. Ucasar ve civarında -ki kitapta hangi il olduğundan söz etmiyor- o yıllarda aslında tüm Anadol'da akın akın savaşlar varmış...Çekikgöz, ki ben bunun Moğollar olduğunu anladım, Tapınakçılar, Bizans'ın soğuk nefesi...Kısaca Anadolu ateş altında biçare ağlamaktaymış.. Sıra Ucasar'a gelince İbrahim vefat etmiş, Yunus, Sitare ve İsmail ile ve birkaç köylüyle Sarıcaköy'e göç etmişler. Yunus o sıralarda kerpiçten evler keser, insanlara ev yaparmış. Köylülere kalacak yerler yaptıktan sonra Hacı Bektaş-ı Veli'nin ocağına gitmiş. Buğday istemiş ancak o ısrarla nefes vermek isteyince buğdayda direten Yunus buğdayları alıp Sarcaköye gitmiş. Gittiğinde Çekikgöz'ün buraları da talan ettiğini görmüş ve Sitare'sini burada kaybetmiş. Yunus Sitare'ye çok aşıkmış, İsmail'i Satı Nineyle oradan başka bir yere götürmüş. Ancak yolda Satı Nine İsmail'i kölecilere kaptırmış ve İsmail'i bir cellat satın almış. Onun yanında yetişen İsmail çapulcu olmuş çıkmış. Oğlunu kaybettiği sırada Hacı Bektaş Veli'nin kapısından Tapduk Emre'ye yollanan Yunus, Tapduk kapısındaymış. Ancak oğlunun halini merak edip döndüğünde kaçırıldığını öğrenmiş. Yıllar yılı Anadolu'yu boydan boya dolaşmış Yunus, oğlunu ve kendi benliğini aramış, Allah'ı aramış...Celladın yanında büyüyen oğlu ise onu terk edip gittiğini düşünmüş, nefret etmiş ondan... Yıllarca Tapduk Emre denen bir zatın yanında odunculuk ve son zamanlarda da birazcık suculuk yapmış Yunus... Bilmem zikrini öğrenmiş, kendini bilmeden dağla taşla odunla konuşmuş, ancak delirmemiş bir derviş makamına ermiş...Sanırım Yunus Emre'ye eklenen bu Emre Tapduk Emre'den gelmektedir. Kitabın son sayfalarında buluşuyor oğluyla...Ancak bu bir çarpışma şeklinde oluyor ve gerçekten de insanın yüreğine dokunuyor...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder